KADERİMDE Kİ COĞRAFYA
- 16.03.2024
- -
- HAYATA DAİR
Doğduğum coğrafyaya olan nefretim tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum . Ergenlik zamanımda mı? Ya da başka şehirleri gördükten sonra mı? Yabancı müzikleri dinledikten sonra mı türkülerden hoşlanmadım ? . Bilmiyorum , belki de arka bahçesinde bir ağaç evi ve yuvarlak pencereli çatısı olan müstakil bir villada yaşamadığım için başlamıştır her şey .Bu hegemonyanın etkisinde yaşadığım çevreyi tanımak bile istemedim .Toz, sapsarı otlar bakımsız veya yakılmış kerpiç evler son derece zevksizce boyanmış hatta sıvası bile yapılmamış betonarme apartmanlar. Küçücük bir şehirde trafik karmaşası, kavgalar ,cinayetler, intiharlar ve daha meseleyi uzatmamak için yazmadıklarım. Bütün bunlar nefretimi besleyerek büyüttüler .Ta ki şu iki soruyu sorana kadar ;
Doğduğum coğrafyaya olan nefretim tam olarak ne zaman başladı hatırlamıyorum . Ergenlik zamanımda mı? Ya da başka şehirleri gördükten sonra mı? Yabancı müzikleri dinledikten sonra mı türkülerden hoşlanmadım ? . Bilmiyorum , belki de arka bahçesinde bir ağaç evi ve yuvarlak pencereli çatısı olan müstakil bir villada yaşamadığım için başlamıştır her şey .Bu hegemonyanın etkisinde yaşadığım çevreyi tanımak bile istemedim .Toz, sapsarı otlar bakımsız veya yakılmış kerpiç evler son derece zevksizce boyanmış hatta sıvası bile yapılmamış betonarme apartmanlar. Küçücük bir şehirde trafik karmaşası, kavgalar ,cinayetler, intiharlar ve daha meseleyi uzatmamak için yazmadıklarım. Bütün bunlar nefretimi besleyerek büyüttüler .Ta ki şu iki soruyu sorana kadar ;
1-Biz neden böyle olduk ?
2-Onlar nasıl böyle oldular ?
Biz neden böyle olduk diye soruyorum çünkü örneklerinden az kalsa da ,eski kerpiç cumbalı evler bütün bakımsızlıklarına rağmen hala estetikliğini kaybetmemiş .Birileri sanki bu evleri yapıp buharlaşıp gitmiş gibi .Bu evleri yapan selefin halefleri bu hale nasıl geldi ? Bu soruyu bir sonraki yazımda irdelemeyi düşünüyorum. Şimdi gelelim 2. Soruya ;
Coğrafya keder mi , değil mi ? Sorusu aslında coğrafyanın kader olmasını negatif bir algıya sürüklüyor. Coğrafya kaderse ,kader bir zulüm müdür ? Tarih okumayı severim, ama tarihçi değilim. Bu zamana kadarki okuyup ,dinlediklerim bana kaderin asla zulüm olmadığını öğretti kendi yorumumla size anlatayım biraz .
Bu gün beslenebilmek ; elhamdülillah bizim için çok sıradan bir şey , hatta fantazisini bile yapabiliyoruz. Ama tarih öncesi devirlerde bu böyle değildi. Avcılık , toplayıcılık bir yere kadar ,bu şekilde besin elde etmek sürekli başkalarıyla mücadeleyi gerektiriyor. Aynı zamanda kaynaklara ulaşmak çok meşakkatli olduğu için insanlar hep küçük topluluklar halinde dağılmış durumda yaşıyorlardı. Tarım yapmak bunların arasında en verimlisi. Tarım yaptıkça gruplardaki popülasyon da artmaya başlıyor . Coğrafi olarak batının toprakları eş değer verimli arazilere sahip. Ama bizim garip doğu öyle mi?
Doğuda tarım yapabilmeniz için akarsu kenarlarında bulunmanız gerekiyor. Akarsu kenarlarında tarım yapacak arazi kalmayana kadar iyisiniz, ama tarım yaptıkça artan popülasyonu doyurmak için yeni tarım arazilerine ihtiyacınız var. İşte bu coğrafi kader tarımı daha geniş alana yayama ihtiyacını getiriyor. İnsan coğrafyasına isyan etmeyi bırakıp ‘ ne yapabiliriz’ sorusunu sorunca dünyayı değiştiren buluşlar yapabiliyor. Dünyada ilk şehirler Mezopotamya bölgesinde görülmüştür. Çünkü şehir demek organize olmak demektir. Tarımı geniş alana yayabilmek için hep birlikte aynı amaca hizmet edip ,su yolları ve bazı altyapı hizmetlerini sağlamanız gerekir. Ve tabi ki bütün bu organizasyonu yönetecek eli kılıçlı bir yönetime ihtiyacınız var .Bu ihtiyaç doğuda merkezi otorite sahibi devletleri ortaya çıkarmış ve büyük imparatorluklara sebebiyet vermiştir. O zamanlar bir Yunanlı köylüsü bir Ziggurat gördüğünde acaba ‘Adamlar yapıyor bu işi…. ‘ demiş midir bilmiyorum ama Allah (C.C)’ın onlara verdiği coğrafya bugünkü batı sisteminin çekirdeğini oluşturmalarına sebep oldu .
Bugün bizim için Selef-i Salih-in ne ise batı için de Antik Yunan odur. Coğrafyaları gereği bazı yerleri dağlık ve parçalı bir yapısı olsa da ,Atina çevresindeki verimli topraklar ‘ Hoplit ‘ sınıfını oluşturan çiftçileri ortaya çıkardı .Doğudaki gibi çiftlikler tek merkezden yönetilmiyordu .Eşdeğer verime sahip topraklar olduğu için bu çiftçilerin mülkiyet hakları vardı .Doğudaki gibi tek ve ulaşılamaz güçle değil , çok sesli Aristokratik meclisler veya oligarşik bir düzenle devletlerini yönetmek zorunda kaldılar. Onlar için Yunan coğrafyasında meclisle iş yürütmek kaçınılmaz hale geldi. Şu kadere bakın…… Eş değer verimli araziler eş değer aristokratik güçlere dönüştü . Birbirleriyle sürekli mücadele etmek durumunda kaldılar .Ama işin sonunda bugünkü demokrasinin ilk tomurcukları Atina’da açtı. Çok zeki ve çok çok yetenekli oldukları için değil , coğrafya kaderi onları bu hale getirdi. Bu sistemin temelinden Roma ve Bizans imparatorlukları yükseldi. Batı ezici bir üstünlükle doğuyu zapt etmeyi başardı. Ne zaman ki doğunun boğazını nefes alamayacak kadar sıktığın da ,doğuda İslam güneşinin doğuşuyla artık batı eski gücünü kaybetmeye başladı .Uzun yıllar sonra Osmanlı’nın bu sancağı devralmasıyla İslam (Artık Doğu demiyorum) doruk noktasına ulaştı .Bütün ticaret noktalarını ele geçirmekle batıyı o kadar çaresiz duruma düşürdük ki coğrafi keşifleri yapmak zorunda kaldılar. Onlar belki bize hayranlık duyuyorlardı ama hiçbir zaman başlarına sarık sarmadılar, cumbalı evlerde de oturmadılar , arap harfleride kullanmadılar . Roma harabelerinin arasında kendi seleflerini okumaya başladılar. Bugün hala Aristotales’i , Platon’u ,Homeros ‘u ,Sokrates’i vb. duymamızın sebebi budur. Batı tekrar yükselmeye başlayınca bizim sarıklar gitti fes oldu , şalvarlar gitti pantolon oldu ,saraylarımızı onlar gibi süslemeye başladık .Sonunda yenilgiyi kabul ettik .Onlar çaresizlikleri yüzünden çıktıkları yolda büyük kaynaklar elde ettiler ,bu kaynakları sanayi devriminde kullanarak zenginliğe kavuştular. Fabrikalar kurdular hem de şehrin tam ortasına . Bu durum köyden kente göç eden bir sürü işçi sınıfının şehirde sefalet içinde yaşamalarına sebep oldu . Bugün bizim gıpta ettiğimiz batı şehirleri ;duman kaplı ,pis kokan ve baraka gibi yerlerde yaşamak zorunda kalan işçi sınıfınının çilelerinden doğdu. Bazen takip etmeninde yararlarının olduğunu düşünmüyor değilim. Bizim insanlarımız şehirlerinde o kadar acı çekmediler .Bütün bu tarihi sürece baktıktan sonra anladım ki yükselen medeniyetler rahatlık ve bolluktan dolayı yükselmiyor aksine çıkmazlarına bulduğu çözümlerden, çaresizliklerinden ve çilelerinden yükseliyor.
Artık sarı otlar beni rahatsız etmiyor, hatta bir ikindi vakti üzerlerine güneşin ışığı vurunca altın gibi parladığını görüyorum . Beton ,estetik yoksunu binalarımızın aslında bizim aynamız olduğunu fark ediyorum .Artık mahalle aralarında drift atıp bangır bangır müzik sesiyle dolaşan ‘Şahinci ‘ gençlere kızmıyorum, sadece neden böyle oldular diye merak ediyorum .Yaşadığım yerin tarihini, coğrafyasını ,köylerini ve insanlarını merak ediyorum .Artık Batıya hayran hayran bakıp ,onlar gibi olma yolunda kendi kimliğimize ihanet etmekten vazgeçmemiz gerekiyor .Kendi kimliğimiz derken neyi kastettiğimden bende emin değilim ,artık küreselleşmeden sonra elimizde ne kaldıysa…. Bahsettiğim şey mehter marşı çalıp Osmanlı tuğralı yüzükler takıp dolaşmak değil ,betonarme yapılara çaresizce cumbalı ev görüntüsü vermek hiç değil . En azından coğrafyamızı kötülemeden onu anlamaya çalışmakta fayda var . Belki bu arayıştan sonra sıfırdan fakat bize ait bir kimlik inşa edebiliriz . O zaman bize ait sanatımız ,yapılarımız ,bilim ve teknolojimiz olabilir.
Artık zihnim yaşadığım yerdeki bedenimle beraber ben artık doğduğum coğrafyada yaşıyorum .
Sözlerimi Rabbimizin bize verdiği büyük nimet olan Kuran-ı Kerim den bir ayetin mealiyle bitirmek istiyorum .Saygılarımla …..
‘Şüphe yok ki, Allah Teâlâ insanlara hiçbir şey ile zulmetmez. Velâkin insanlar kendi nefislerine zulmederler.’
(Yunus Suresi 44. Ayet) Ömer Nasuhi Bilmen
- 81